top of page
Search

Sing Sing ve Erkeklik Meselesi

Senem Balaban

Updated: 4 days ago

Öncelikle spoiler uyarısı: Aşağıdaki yazıda Sing Sing filminin bazı sahnelerinden bahsedilmektedir. İkinci olarak da, sizi yazıya buyur etmeden önce Sing Sing nasıl bir film, kısaca anlatayım. Filmdeki olaylar Sing Sing adlı yüksek güvenlikli hapishanede kurulmuş bir drama kulübünün etrafında dönüyor. Gerçek bir hikaye. Oyuncuların bir kısmı da gerçek mahkumlar ve bunun verdiği doğallık, sahicilik hissi nefis bir katman eklemiş filme. Bayıldım. Evet, film hakkında vermek istediğim ön bilgiler bu kadardı. Buyrun yazıya... 





Oyun provası… Oyunculuk savunmasız olmayı gerektiriyor. Clarence Divine Eye Maclin (filmde kendini -gençliğini- oynuyor) savunmasız olmayı bilmiyor. Savunmasız olamaz o, çünkü sert olmalı. Yaşadığı mahallede bunu öğrenmiş, böyle hayatta kalmış, sonra hapiste bunu devam ettirmiş, orda da böyle hayatta kalmış. Sert olmayı bırakamadığı için kaskatı. Gevşeyemiyor, oyunculuk yapamıyor kendi sırası geldiğinde. Bu sahnede bir insanın tetiklendiği zaman nasıl da küçük bir çocuğa dönüşebildiğini çok net görüyoruz. Zira Clarence’a direktifler veren yönetmen orada otorite konumunda olduğundan anne babaları çağrıştırıyor. Clarence’a öyle yapma, hayır olmadı, şunu düzelt, diye bir şeyleri tekrar tekrar denetmesiyle Clarence çocukluğuna ışınlanıyor. Ama maalesef bu güçlü hissettiği bir dönem değil. Tamam, savunmasız oldu, oyunculuğun bir gerekliliğini yerine getirdi ama -özellikle de Hamlet’i canlandıracakken- bir başka gereklilik olan özgüvene sahip değil şimdi de.


Deniyor, olmuyor, deniyor olmuyor. Her denemesinde aslında biraz daha savunmasız hale geliyor ve her denemesinde biraz daha çocuklaşıyor çünkü savunmasız olduğu anlar hep ona güçsüz olduğunun belletildiği anlar olmuş muhtemelen. Bütün varlığıyla o anları yaşıyor. Başka zaman olsa, başka yerde olsa böyle hissettiği anda birilerinin ağzını burnunu kırardı belki, ortalığı dağıtır, bir yerlere yumruk falan atar, ne kadar sert olduğunu gösterirdi. Ama bir şey onu durduruyor, yapmıyor. O berbat acıyla, ne yapacağını bilemez halde öylece duruyor. O kulübün, o ortamın, o insanların, sanatsal dışavurumun, işbirliğinin, kardeşlik, yoldaşlık, dayanışma hissinin, beraber bir amaç için çalışmanın belki tek kurtuluşu olduğunu seziyor.


Son denemeden sonra, iyice hırpalanmış olan Clarence, yenik, küçücük hissederek moral bozukluğuyla kıvranırken Divine G imdadına yetişiyor. Ona yüreklendirici, enerji ve kuvvet dolu, içindeki ateşi hatırlatacak bir konuşma yapıyor. Konuşmasında “Dünya bizim gibilerin bu sahneye mahcup çıkmasını bekliyor. Sen bir kral olarak, tüm bunların sahibi olarak çıkacaksın” benzeri sözler ediyor. Tam bir motivasyon konuşması. Orada Divine G’nin yaptığı şey aslında onu şimdiki zamana getirmeye çalışmak, ona çocukluğundaki kadar güçsüz olmadığını hatırlatarak özgüvenini yerine getirmek. İşe de yarıyor. Ama bir anda değil. İşte beni filmde en çok etkileyen şeylerden biri Clarence’ın o küçük çocuk halinden yetişkin, güçlü krala dönüşümünü izlemek oldu (ve bu dönüşüm saniyeler içinde meydana geliyor). Filmi izlemeden bunu okuyanlar bu dönüşümden etkilenme sebebimin güç kazanan birini izlerken yaşadığım olumlu duygular olduğunu zannedebilir ama hayır, dönüşüm anlarında güç yok.


Dönüşüm anları Clarence’ın en savunmasız olduğu anlar. Kendini son derece ekspoze ve incinebilir hissettiği belli oluyor. Divine G’den aldığı destekle aynı anda hem savunmasız hem de güçlü olabileceğini, yetişkin dünyasının çocukluğundaki gibi her savunmasız oluşunda tokat yediği, zarar gördüğü, ihanete uğradığı bir dünya olmadığını (hapishanede olmasına rağmen), şimdiki gibi desteklenmesinin de mümkün olduğunu seziyor. Bu sezgiyle Divine G’ye “Şimdi mi yapmamı istiyorsun bunu?” diye soruyor (Kral gibi davranmaktan bahsediyor). Bu aslında yeni bir şey denemekten korkan bir çocuğun ebeveyninden teşvik talep etmesi. Bu andan arkasını onlara doğru dönüp yürüdüğü, kendi kendine “Ben kralım” dediği anlara kadar olanlar en savunmasız olduğu anlardı ve beni çok etkiledi.


Bu film bana erkek egemen dünyamızda acı çekenin, haksızlığa uğrayanın sadece biz kadınlar olmadığını bir kere daha hatırlattı. Güçle kurulan tuhaf ilişki yüzünden hemen herkes, ama özellikle de erkekler savunmasızlık belirtisi göstermemeleri gerektiğini erken yaşta anlıyorlar. Filmin hapishanede geçiyor olması bu sorunu çok daha net bir şekilde vurguluyor. Yukarıda bahsettiğim Clarence, avluda gezerken millete kök söktürüyor, buna mecbur hissediyor ama böyle olmak istemediğini, insanca ilişkiler kurmak istediğini pek çok vesileyle görüyoruz.


Bu konuyu sosyal medyada gitgide artan erkek karşıtlığına getireceğim. 8 Mart dolayısıyla bugün sosyal medyada her zamankinden fazla öfkeli kadın, öfke dolu paylaşım gördüm. Bu paylaşımlarda erkekleri korkutma, onlardan öç alma isteği de bolca vardı. Haklı öfkenin haksıza dönüşmek üzere olduğu yerde duruyordu pek çoğu. Yazılarımda ataerkil düzende kadının çektiği acılardan da defalarca söz ettim ama işi erkek düşmanlığına vardırmamız nihayetinde bize de zarar verecek, bunu görmüyoruz. Bu kadın-erkek meselesi, yıllarca ezilen bir etnik grubun güçlenince “Biraz da biz ezelim” benzeri bir zihniyetle aynı haksızlıkları yapmaya başladığı duruma benzemeye, tehlikeli hale gelmeye başladı. Söz konusu mesele, erkeklere yönelik öfke, bir ara “Size ihtiyacımız yok” düzeyindeydi ki bu zihniyet de son derece tehlikeli; ama iş yavaş yavaş “Sıra bize de gelecek” gibi bir yere kayıyor gibi. Hiç iyi değil.


Sing Sing filminde şunu net bir şekilde görüyoruz: Savunmasızlık göstermeleri çocuklukta engellenmiş erkekler, korkunç bir açmaza sokuluyorlar: Ya çok sert, katı, esnemez, terör estiren, korkutan, korkulan biri olacağım ya da yumuşak, omurgasız, terörize edilen, korkutulan biri olacağım. Bu ikisinden başka seçenek göremeyen bir insana onunki gibi bir öfke ve nefretle yaklaşırsak onun ikinci seçenekten daha da çok korkmasına ve birinci seçeneğe daha da çok sarılmasına yol açarız. O zaten çocukluğunda tam da bu döngüye şahit oldu, o yüzden böyle biri oldu. “Bana böyle davranılmıştı, şimdi sıra bana geldi ve ben de sana böyle davranacağım çünkü gücüm var ve sen güçsüzsün” mantığıyla ezildi, beynine kodlanan bu oldu ve biz “Sıra bize de gelecek” alt metniyle hareket edince o örüntüyü güçlendirmekten başka bir şey yapmıyoruz.


Sorun şurada: Öfkemiz haklı. Her duygu haklıdır. Ama bu mantıkla bize haksız yere kötü davranan ebeveynimizin öfkesi de haklıydı. Açıklayayım: Duygunun haklı olması, duyguyu dışavurma biçimimizin haklı olduğu anlamına gelmez (duygunun ardındaki akıl yürütmenin haklı olması anlamına da gelmez ayrıca). “Erkekler şöyle erkekler böyle, erkeklerden nefret ediyorum” diye bir an gelip patlayabilirsin mesela bir arkadaşına, bu başka bir şey, o andaki duygunu ifade etmişsindir; ama sonra bu duygunun sorumluluğunu almazsan ve bu duygunun sorumluluğunu almayıp bu söylemden güç almaya başlar, bunu kimliğin haline getirirsen orada sorun başlar*; çünkü orada çözüme değil, soruna hizmet etmeye geçmişsindir. Maalesef. Biliyorum, öfkeli olmak daha kolay, insana güçlü hissettiriyor; ama öfkenin altındaki savunmasız duygulara erişmediğimiz, onlarla ilgilenmediğimiz sürece erkeklerden şikayet ederken onlarla aynı örüntüleri tekrarlamaktan öteye gitmiyoruz.


Mesela şu yazımı okursak kendimizi kadınlar olarak çok iyi hissedebiliriz, çünkü öfkeli bir yazı: https://www.senembalaban.com/post/toksik-be%C4%9Feni Ya da podcastimin şu bölümünü dinlersek muhtemelen yine iyi hissederiz, çünkü burada femisint bir kitaptan bahsediyorum: https://open.spotify.com/episode/65Ody4ooorZp19OUV5jJK6?si=nm09OoNJQnqPGOfOxqDOvA Ne var ki bir de şu yazı var, daha kırılgan taraflarımızı ele aldığım: https://www.senembalaban.com/post/di%C5%9Fil-%C3%B6z-modern-kad%C4%B1n-%C3%A7at%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1 Demek istediğim, haklılığımız bizi zalimleştirmemeli. Haklılıklarıyla zalimleşen insanların yarattığı bir dünyada yaşıyoruz, bunu unutmayalım. Bu söylediklerimden “Öbür yanağımızı çevirelim” veya “Kendimizi ezdirelim” sonucu çıkarmayacağınıza eminim. Tek tek kişilere olan nefretimizi genel olarak erkeklere, erkekliğe yöneltmememiz gerektiğini söylüyorum sadece. “Erkek nefreti” diye adlandırılabilecek bir duygumuz oluşmuş olabilir, onunla da ilgilenmemiz gerekiyor, kendi içimizdeki maskülenle de ilgilenmemiz gerekiyor. Bu duygularla ilgilenme işi için yardım almak isterseniz canım dostum (biz ikimiz, aramızda “ahretliğim” diyoruz birbirimize:)) Elçin Yurddaş’ı öneriyorum. Kendisi artık grup çalışmaları da yapmaya başladı. Ya da daha ucuz bir yöntem, Alex Howard’ın Senin Hatan Değildi kitabıyla bir başlangıç yapabilirsiniz.


 

Not: Sing Sing’i izlemem, acayip “tesadüfler” sonucu oldu. Önce kafamın içinde Travis’in “Sing” şarkısını duydum. Pardon, şarkıyı değil, sadece “Sing sing sing” dediği kısmı… Şarkının Travis’e ait olduğunu, sözlerini falan aslında bayağı bir zaman sonra öğrendim, şarkının kime ait olduğunu ya da sözlerinin geri kalanını hatırlayamıyordum zihnimde Sing sing sing’i duyarken. Çok akıllı olduğum için Google’da “Sing sing sing lyrics” diye aratmış, bulamamıştım, bambaşka şeyler çıkmıştı arama sonuçlarında. Sonra kırk yıllık arkadaşım, canımın içi Sibel’e (biz birbirimize “aşkoş” deriz ortaokuldan beridir:))) ses kaydı yapıp yolladım Sing sing sing kısmını. Dedim böyle bir şarkı vardı bir zamanlar, bu kimindi, hatırlıyor musun? O da hatırlayamadı ama sonra sağ olsun, düzgünce Googlelayıp buldu kimin söylediğini: Travis. Aynı gün, Sibel televizyonu açar açmaz karşısında Sing Sing filminin tanıtımıyla karşılaşmış. Televizyonun fotoğrafını çekip bana yolladı. Ben de filmi izlemeyi boynumun borcu bildim ve izledim, iyi ki izlemişim. Yeri gelmişken Sibelciğime buradan teşekkür ederim beni bu yolculuğa soktuğu için.



*Sosyal medyada kendi günlüğümüze yazar ya da bir arkadaşımıza dert yanar gibi paylaşım yaptığımız olabiliyor, biraz da bu yüzden böyle bir sorun ortaya çıktı. Biz kendi kendimize konuştuğumuz hissiyle iç döküyoruz belki ama o iç döküşü yüzlerce, binlerce, on binlerce kişi okuyabiliyor ve bizim serzenişimizden ibaret olan şey böyle böyle nefret söylemine dönüşebilyor. İşin bu tarafı da var zannediyorum ki. Böyle olmaması için duygularımızı işlememiz lazım. Sadece öfke püskürünce duygular işlenmeden kalıyor, ilerleyemiyoruz. Bireysel olarak da toplumsal olarak da… Ya da daha kötüsü, yanlış yönde ilerliyoruz.

 
 
 

Recent Posts

See All

Zelenski, Trump ve Çocuklar

Sosyal medyada hepimiz (değilse de birçoğumuz) hemfikir olduk: Trump ve ekibinin Zelenski’ye davranışları çocuklara davranışlarımız gibi....

Varsayma Günahı

Çocuk acı çekerken tepesinde dikilip vaaz veren, onunla zerre kadar ilişki kurmadığı, onu görmeye duymaya anlamaya çalışmadığı halde...

Sıfır İzah

Sormak istiyorsun, gururun el vermiyor. Neden? Ne oldu birden? Sıfır izahla kırklara karışan bu faninin derdi ne? Ne yaptım? Ne...

Comments


©2020 by Senem Balaban. Proudly created with Wix.com

bottom of page