top of page
Search
Senem Balaban

Ters Bağlanmış İletişim Kabloları

Updated: Dec 30, 2021

Hayırın hayır, evetin evet olmadığı, tüm iletişim kablolarının ters bağlandığı bir toplumda büyümek... “İstemiyorum”un sıklıkla “istiyorum ama utanıyorum” ya da “İstiyorum ama kibarlık/ahlak/görgü, istememeyi gerektirir” anlamına geldiği, bu iki anlamın birbirini beslediği danışıklı bir iletişimsizlik. İstenildiği ya da istenilmediği söylenen şeyin aslında tersinin kastedildiği, karşı tarafın da bunu anlayacağının varsayıldığı... Kişiyi yakınlıktan, sevdiklerinden bir şeyler istemenin ve sevdiklerinin isteklerini karşılamanın tatmininden mahrum ettiği gibi kişinin tanımadığı ya da az tanıdığı kişileri de yanıltan bir yalan gerçeklik.


Karşınızdakinin, bir şeyi yapmayı istediğini söylediğinde onu gerçekten yapmak istediğini düşünün. Aslında yapmak istemediği halde, sizi memnun etmek için "İstiyorum" deyip ardından sizden bunun karşılığını ödemenizi bekleyip siz haberdar olmadığınız bu borcu ödemeyi atladığınızda içerleyen biri olmadığını hayal edin. Ne ferahlık. Ama hayırın hayır, evetin evet olmadığı bir kültürde bu ferahlığa değil; bir şeyi istemediğin halde yapmaya, yani olumsuz fedakarlığa değer verilir. "Fedakarlık yoksa sevgi de yoktur, iyilik de yoktur" düşüncesi hakimdir. Oysa fedakarlık, gerçek yakınlığın baş düşmanıdır. (Sevdiklerimiz uğruna bizim için çok önemli olan şeylerden vazgeçebiliriz. Eğer bunu gönülden, herhangi bir fatura kesmeden, sevgiden başka motivasyona dayanmaksızın yapıyorsak [ya da pek rastlanacak bir şey olmasa da, gerçek niyetimizi veya karşılığında ne beklediğimizi ifade edip karşı tarafın onayını açıkça alarak bunu yapıyorsak), bu fedakarlığa -işleri kolaylaştırmak, yazı okunurken kafaların karışmasını önlemek amacıyla- olumlu; tersine ise, olumsuz fedakarlık adını vererek bu yazıda bahsedilen türde fedakarlığın olumlu fedakarlık değil; toksik, olumsuz, art niyetli fedakarlık olduğunu belirtmek isterim.)


Biz “Kocam (ya da arkadaşım, annem, kardeşim vs), benim için şunu yaptı, şunlardan vazgeçti” diyen birine çok özeniriz, yapılan “şu” ne kadar büyük görünüyorsa gözümüze, ne kadar fedakarca görünüyorsa o kadar özeniriz, çünkü demek ki ne kadar seviyordur ki onu kocası, onun için şunu yapmıştır. Buradaki sorun, birinin sevdiği için büyük şeyler yapmasına özenmekten ziyade bizim yapılanı fedakarlık olarak, büyük bir şey olarak görmemiz ve bunu alkışlamamızdır (veya kıskanmamız). Oysaki kocası, onu büyük bir şey olarak görerek yapmamışsa asıl, gerçekten seviyor demektir o kişiyi ve bizim asıl peşinde olduğumuz, asıl özendiğimiz şey de bu sevgidir. Yakınlarımızı bizim için fedakarlıklar yapmaya, bize olan sevgilerini bu şekilde kanıtlamaya zorlarız; çünkü kızını çok seven o adam, kocasını çok seven o kadın öyle yapmaktadır işte, görüyoruzdur. Fakat bu, pelerin takıp göğsümüze S logosu yapıştırıp uygun şekilde giyinerek Superman olacağımızı sanmak gibidir. Marifet pelerinde, logoda, saçta başta değildir ki... Bizim aradığımız şey dışta değil, içtedir. Sadece dıştakini düzenlemeye çalışarak biz de bir başkasına “O, benim için şunu yaptı” deyip onu kıskandırmayı deneyebiliriz sadece; ama gerçekten “benim için” bir şey yapılmadığını, yapılanın mecburiyetten yapıldığını bilmenin acısı içimizde büyümeye devam eder.


Bu takdir, onay, iltifat için de böyledir. Takdir, onay, iltifat almak, beğenilmek doğal olarak hoşumuza gider, ama bizden tüm bunları reddetmemiz beklenir, biz de “Hayııır” deriz, "Hiç de öyle değilim". Neden? Ben kendimi öyle görmesem bile, karşımdaki beni beğenmiş, onun güzel bakışı beni öyle iyi/güzel/başarılı görmüş işte. Neden kabul etmiyorum? Çünkü hem ayıplanacağıma inanıyorum, hem de -yine geldik söylediğini kastetmeme, kibarlıktan öyle söyleme konusuna- gerçekten öyle mi düşünüyor yoksa kibarlıktan mı öyle söylüyor, emin olamıyorum (yine, ikisi birbirini besliyor zaten) ve sorun şu ki, karşımdaki sunduğu beğenide içtense eğer, benim bu beğeniyi kabul etmemem sonucunda reddedilmiş hissediyor, kırılıyor. Ayıplanmaktan korktuğum için, bana yaklaşmaya çalışan birini uzağa itmiş oluyorum. Peki, ya gerçekten beni iltifatını kabul ettiğim içim ayıplayacak biri olsaydı bu kişi? Bu aslında onun ayıbı olurdu, öyle düşünmediği halde sırf durumun öyle gerektirdiğini ve benim de nasılsa bu iltifatı kabul etmeyerek uygun davranışı göstereceğimi düşünmenin rahatlığıyla sırtını yerleşik nezaket kurallarına ve bana dayayıp bu ikiyüzlülüğe başvurmaktan çekinmediği için.


Dolayısıyla açıklık, ilişkilerdeki en önemli unsurlardan. Gerçek ilişkilerden bahsediyorum tabii. Gelgelelim kablolarımızın böylesine ters bağlanmış olması, bütün sinir sistemimizin farklı bir tek düşünceyle bile tehdit altında hissetmemize neden olacak şekilde yapılandırılmış olması, bizi kişisel bakış açımızdan bir derece olsun sapan bakış açılarını şiddetle reddetmeye itiyor. Bir yakınımızın “Ben bunu değil, şunu istiyorum” dediğini duymaktansa bir yalanın içinde yaşamayı tercih ediyoruz; çünkü ben şunu isterken o bunu istiyorsa bunu otomatikman terk edilme tehdidi olarak algılıyoruz. Halbuki bu, gelişimin temelidir ve tehditkar olmak zorunda olmadığı gibi insanları birbirine daha da yakınlaştıran bir sürecin girişi olabilir.


Biz bu olasılığı görmeyiz çünkü karşımızdakini kaybetmekten çok ama çok korkar, kendi mahvımıza da neden olsa onun hayatımızda kalmasını tercih ederiz. Bütün bir toplum da bunu başarı sayar, onaylar, teşvik eder. Toplumun gözünde iki tarafın da ruhunun çoktan ölmüş olduğu ama 15 yıldır devam eden bir evlilik başarılıdır ve her ne pahasına olursa olsun devam etmelidir. Sevilmediği halde eve ekmek götürmek için, az paraya fazlasıyla çalışılarak yapılan işlere, hiçbir konuda destek sunmayıp sürekli yargılayan ebeveynlere kutsal gözüyle bakılır da çok sevdiğin, para almadan bile gece gündüz yapabileceğin bir işte keyifle çalışmak, bundan para kazanmak hor görülür, sevgi dolu, destekçi ebeveynler küçümsenir, eleştirilir ya da görmezden gelinir. Fedakarlık hayatın her alanında yüceltilir.


Ne zaman ki birini şu anda kaybetmemizin, çocukken ebeveynimizi kaybettiğimiz takdirde karşı karşıya kalacağımız şeyle, yani ölümümüzle ya da korkunç yaralar almamızla, sonuçlanmayacağını sadece zihinsel olarak değil, tüm benliğimizle, en azından benliğimizin çoğuyla idrak etmemizi sağlayan içsel çalışmaları yaparız ve böylelikle kendi gerçeğimizi ortaya koymaktan korkmayacak kadar güçleniriz, ancak o zaman “Ben şunu istiyorum”, “Ben de şunu istiyorum”, “İkisini birden gerçekleştirirken ikimizin birden durumdan memnun olmasını sağlamak için ne yapabiliriz”in dansına başlayabiliriz. Bunu yaptığımızda üç şey olabilir: 1- Birbiriyle çatıştığını sandığımız isteklerimizin o kadar da zıt olmadığını, biraz zaman ve emek vererek iki tarafı da memnun eden yaratıcı ve güzel çözümler bulunabildiğini görürüz. 2- Ne yaparsak yapalım, ne kadar zaman ve emek harcarsak harcayalım iki tarafı da memnun eden bir çözüm bulamayız çünkü taraflardan biri balık iken diğeri kuştur, yani ikisinin isteklerinin birden aynı ortamda karşılanması imkansızdır, üzülsek de yollarımızı ayırır ya da ilişkimizin biçimini değiştiririz (örneğin iş ortaklığından vazgeçip sadece arkadaş oluruz) 3- Taraflardan en az biri uzlaşma sağlamak için gereken zaman ve enerjiyi vermeye gönüllü değildir, basitçe kendi dediği olsun istemekte, daha fazlası için yorulmak istememektedir, bu durumda da yine yollarımızı ayırır ya da ilişkimizin biçimini değiştiririz.


İşte bizler, açık iletişim kurduğumuz takdirde ikinci ya da üçüncü maddelerdeki durumda olduğumuzu keşfetmek korkusuyla birbirimizle açık bir şekilde konuşmaktan kaçarız. Böylesi bir iletişim ve ilişki tarzına geçebilmek için önce kendi içimizde gerekli gücü toplamamız gerektiğini bu yüzden söylüyorum. Karşısındakini kaybetmekten ölümden korkar gibi korkan, bundan kaçınmak için her türlü ödünü vermeye hazır olan biri 2. ve 3. maddelerdeki gibi bir durumun içinde olduğunu keşfetmenin ona büyük bir acı vereceğini içten içe bildiğinden böyle bir olasılığın imasından bile kaçınır, bu da onu sanal bir gerçeklikte yaşamaya iter.




74 views0 comments

Recent Posts

See All

Sohbet Bükücüler

Bizimki, anlatmaya izin vermeyen bir kültür. Biri bizimle bir derdini paylaştığında, bize içini döktüğünde*, illa bir sıkıntı da olması...

Comments


bottom of page