top of page
Search

İstanbullu Gelin’e Feminist Bir Bakış

  • Senem Balaban
  • Oct 25
  • 6 min read
ree

Romantik dizilerin, filmlerin çoğu, kadınlar (en azından büyük kısmımız) için tehlikelidir. Ben bugün İstanbullu Gelin dizisi* özelindeki tehlikelerden söz edeceğim, yazının sonunda da ufak bir paragrafla bu diziyi Sex & the City’yle karşılaştıracak, ardından İrem Sak’ın dizisi Modern Kadın’ı neden İstanbullu Gelin ve Sex & the City gibi dizilere tercih ettiğime değineceğim. Bu arada İstanbullu Gelin seven kadınlara seslenmek isterim, bu sevginin nedenini anlayabiliyorum. Faruk Boran... Faruk Boran’ı ben de sevdim. Hangi kadın sevmez? Ama bu, bazı gerçekleri değiştirmiyor. Gelelim gerçeklere...


Faruk Boran gibi adamları “Karısına çok aşık olan, hep aşık kalan, onun için her şeyi yapabileceğini hisseden ve hissettiren, saygılı, koruyan kollayan sorun çözen, güçlü ama ezmeye kalkmayan, lider ruhlu ama dayatmaya kalkmayan, yapıcı, şefkatli ama asla pasif olmayan, İlahi Eril’in yeryüzünde beden bulmuş hali” parantezine alabiliriz. Hepimizin yumurtalıklarını titreştirecek derecede errrkek gibi errrkeklerdir bunlar, buna itirazım yok. Dizi boşuna o kadar tutmadı.


Üstelik tüm bunları iyice bellememiz, Faruk Boran’a derhal ısınmamız ve kendimizi hızla Süreyya’nın yerine koymamız için dizide daha ilk bölümden bir sürü engel, sorun, anlaşmazlık çıkıyor, adam tüm bunlarla son derece olgun bir şekilde baş ediyor ve biz daha en baştan anlıyoruz ki bu adam sağlam, bu adam çocuk adamlardan değil, bu adam toksik maskülenlerden de değil. Yapılabilecek bütün şövalyelikleri Faruk’a tek bir bölümde yaptırıyorlar ki hiçbir şüphemiz kalmasın. Sarkınıtlık edenlerden kızı koruyor, başka bir durumda yine kızı kollamaya çalışırken bıçaklanıp ölümden dönüyor, buna rağmen kız ondan yüz çevirince ona düşman kesilmiyor, oteldeki gece “yatağa atabilir” Süreyya’yı, o şansa sahip, kız hazır; ama atmıyor vaaoov inanılmaz falan filan. Lütfen ama yaaa, adama tav olalım diye her şey yapılmış işte.


Başkaaaa… Kız çekip gittikten sonra tekrar karşılaştıklarında birazcık bile sitem etmemesine, saygısında, sevgi dolu bakışlarında biraz olsun azalma olmamasına tav oluyoruz adamın. Sana, tanıştıktan birkaç gün sonra evlenme teklif edecek kadar senden emin biri, buna tav oluyoruz. Halbuki gerçek hayatta bu bir tehlike çanıdır. Tanımazsın etmezsin sen daha beni. Naasıl bu kadar eminsin? “Bir gün benden gideceksen birilerinin lafı için değil; gözlerimde kendini göremediğin için git” lafına da tabii tav oluyoruz. Pekiii, bu ne aşk, bu ne büyük laflar daha üç günde? Gerçek hayatta tehlike çanı.


Bitmedi… Faruk Boran’ın başka iyi özellikleri de var. Faruk Boran kolay kolay vazgeçmiyor, ama daha ilk bölümden biz anlıyoruz ki bunu Süreyya’ya musallat olmak ya da onun üzerinde tahakküm kurmak için yapmıyor; adam sadece seviyor (tanımadan etmeden nasıl oluyorsa artık o?! Ben insanlığa karşı zaten genel bir sevgisi olduğuna kanaat getirdim) ve kararlı ve istikrarlı. Artı puan. Ayrıca Süreyya’nın terslemelerine takılmıyor, saldırganlaşmıyor. Artı puan. Sezgisel bir yanı da olduğunu anlıyoruz, zaman zaman onun ihtiyacı olan bazı şeyleri Süreyya’dan daha iyi görüp onu incitmeden, zorbalığa kaymadan ısrarcı olabiliyor. Ama asla boyun eğdirmek, kendi dediğini yaptırmak için değil, Süreyya’yı gerçekten önemsediği için bu ısrarcılık… Sevgisinden, koruyup kollama, onun için bir şeyler yapma içgüdüsünden. Artı puan.


Gelgelelim, gerçek hayatta böyle müdahaleler, bu tip ısrarcılık, büyük ihtimal zorbalıkla, saygı göstermemekle, baskıyla ilgili olur. Buna itirazı olan var mı aranızda? Kalan küçük ihtimalin bize denk gelip gelmediğini bu dizide olduğu gibi kısa sürede anlamamız zordur. Gerçek hayatta, ilişki her şeyin her zaman çok güzel olduğu balayı aşamasındayken karşımızdaki adam hakikaten Faruk Boran gibi İlahi Eril’in beden bulmuş hali mi, yoksa şu anda sürekli mutluluk hormonları salgıladığı için mi böyle muhteşem davranışlar gösteriyor, bunu bilmemiz mümkün değil bizim. Aradan zaman geçmesi, tanımamız lazım.


Kızın güzelliğine yaptığı iltifatlar var mesela. Çok harika, değil mi? Ne hoş. Ama gerçek hayatta bunlar soru işareti olmalıdır biz kadınlar için. Zira gerçek hayatta aynen bu şekilde iltifat bombardımanıyla başlayan ilişkiler sonradan o aşk balonunun patlamasıyla sonuçlanır çok zaman. O iltifatlar, şövalyelikler pek çok durumda “kaleyi fethetme” hamlelerinden ibarettir. Yukarıda Faruk Boran’ın ısrarcılığını kararlılık olarak yorumladık çünkü karakterini, sağlam adam olduğunu baştan net bir şekilde gördük biz seyirci olarak; ama gerçek hayatta bu ısrarcılık yüksek olasılıkla tacize varacaktır. Ve tekrar edeyim, biz gerçek hayatta böyle bir adamın İlahi Eril mi, yoksa aslında bir tacizci, bir zorba, laftan anlamayan bir pislik olduğu halde bizi elde edene kadar suyumuza giden biri mi olduğunu o kadar kısa sürede anlayamayız. Ama böylesi davranışlara aç ruhlar olarak bu tip dizileri izleyince kendi hayatımızda karşımızda duran adamın birincisi olduğunu umar, ummakla kalmaz, öyle varsayar, kendimizi buna inandırır, başlarız yarattığımız hayal dünyasında yaşamaya.


Biraz da Süreyya’ya bakalım. Süreyya çoğu durumda dik durabilen, baskılar karşısında sinmeden kendi doğrularına göre yaşayabilen biri. Bir ara Faruk’la araları mı bozuluyor ne, asla kabul etmiyor görüşmeyi. Faruk da bir şekilde kızı kandırıp dağ başındaki bir otele getirtiyor, kız iş için oraya gittiğini sanıyor, Faruk’un bu işte parmağı olduğunu bilmiyor. Öğrenince de fena halde sinirleniyor elbette. Faruk da onu kandırdığı için hemen içtenlikle özür diliyor. Peki, biz böyle bir şey yaşasak ve bizden özür dilenmese, sadece gevşek gevşek iltifatlar, şakalarla ağzımızdan girip burnumuzdan çıkılsa, laubali yumuşatma hamleleriyle karşılaşsak, gelmişken o otelde kalır mıydık, kalmaz mıydık? Süreyya olsa hiç acımaz giderdi en ufak kıvırmada. Bunu hangimiz yapabiliriz?


Peki Faruk’un annesinin emriyle hastanede geri püskürtüldükten sonra Süreyya’nın bu kadının sorunlu olduğunu anlayarak Faruk’un telefonlarını açmayışı? Hangimiz daha birinci çalışta açmazdık? Birinci çalışta açmayı bırak, “Onu önemsemediğimi düşünmesin” veya “Nankörlük ettiğimi sanmasın” diye düşünüp onun aramasını beklemeden kendimiz arayıp sormaz mıydık adamı? Süreyya o kadar kendi merkezinde sabit ki… O kadar kendini bilen, kolay kolay yolundan sapmayan biri ki... Gerektiği takdirde hayır diyebiliyor, dur diyebiliyor kolaylıkla. Kaçımız öyleyiz, kaçımız o kadar karizmatik birine, bizim için onca hoşluk, iyilik yapmış bir adama defalarca hayır deme gücünü kendimizde bulabiliriz? Süreyya’nın yerinde olup da daha ilk günden, hadi ilk gün olmadı, ikinci üçüncü buluşmadan sonra hayaller kurmaya, onu tanımadan kafamızdaki beyaz atlı prens kalıbına oturtmaya hangimiz başlamazdık, hangimiz adamı hayatımızın merkezine koyuvermezdik? Ben zorlanırdım, onu söyleyeyim. Ama zorlansak da yapmamız gereken bu. Gerçeklerden kopmamak.


İlk görüşte bu kadar etkilenmek çok çok güzel bir şey, kabul; ama tanıma aşamasını iyi yönetmezsek, o ilk heyecana kapılıverirsek büyük sorunlar yaşamamız işten değil. Hayat tarzım, değerlerim vs bu adamınkilerle uyumlu mu değil mi bilmeden ben sırf iltifatlara, aramızdaki çekime, heyecana güvenip yol almamalıyım (alacaksam da bunu bilinçsizce sürüklenerek değil, bilinçli bir seçimle, olası sonuçları gözden geçirip özgür irademle kabul ederek yaparsam en azından kendi seçimim olur kapıp koyvermek, sonuçlarıyla yüzleşirken de daha güçlü olurum). Süreyya hemen kendini kaptırmayacak -kaptırdığı durumda ise bunun olası sonuçlarını göze alarak, özgür iradesiyle, bilinçli bir kararla “kaptırmayı” seçecek- bir tip. Ya biz? Biz böyle diziler izleyen, böyle romantik hikayelere içi giden kişiler olarak o güce sahip miyiz? Yoksa o ilişkiyi derhal oldurmak isteyecek kadar aç mıyız ve o açlık dolayısıyla bir şeyleri görmezden mi geleceğiz? Süreyya olsa bu diziyi izlemezdi mesela, paradoks da burada. Böyle hikayelerden ağzı sulanmayan insanlar kuruyor böyle ilişkileri. Bu tarz bir ilişki sen kendi hayatını yaşadığın, işinde gücünde ve belli bir duygusal/psikolojik sağlamlığa sahip olduğun takdirde seni buluyor ama biz böyle yapımları kana kana içercesine izleyip enerjimizin büyük kısmını bunlara özenmeye harcayınca aslında o izlediğimiz ve özendiğimiz şeyden uzaklaşıyoruz çünkü kendimizden uzaklaşıyoruz. Kendinden uzaklaşan, böyle bir adamı değil, bu adamın toksik versiyonunu hayatına çeker ancak. Gerçek bu.


Başka bir şey daha var. Bu kadın çok güzel. Bu adam da boyu bosu giyimi kuşamı vs ile dikkat çekici, karizmatik. Peki kadın o kadar güzel olmasa -ki burada güzel de olsun, zeki de olsun, şefkatli ve anaç da olsun, yetenekli de olsun fantezisi var, bu yüzden diziyi seven erkek de çoktu- bu adam böyle peşinden koşar mıydı kadının? Terslemelerine böyle sabreder miydi, onca jesti yapar mıydı? Ya da şunu sorayım, dizinin baş rolleri dış görünüş açısından alelade tipler olsaydı biz bu “aşk”ı yer miydik? Yoksa “Saçmalamayın, birbirinizi tanımıyorsunuz bile” mi derdik? Bu yoğun ilgi, aşık ya da hayran bakışlar, bu mutluluk pek çok ilişkinin başında zaten yok mu?


Bizim bu diziyi izleyenler olarak Süreyya’nın bütün gün televizyon izleyerek kendini uyuşturan (ve muhtemelen içten içe -veya dışımızdan, açık açık- yargıladığımız) teyzesinden ne farkımız var, sorarım size. Biz de içimizdeki boşluğu, açlığı kendimizi Süreyya’yla özdeşleştirerek unutmuyor muyuz? Unutmak için kendimizi uyuşturuyor, geçici bir rahatlığa kanıyor, başkasının (Süreyya’nın) aşkını izleyerek, bir gün bizim de buna kavuşacağımızın hayalini bu yolla canlı tutarak ama gerçek hayatı es geçerek sanal bir gerçeklikte yaşıyor değil miyiz?


Öbür dizilerde adamları “İlahi Eril” olarak sunmuyorlardı. Zaafları çoktu o adamların. Ya analarına karşı çıkamıyorlardı ya çapkınlardı ya eşlerini/kız arkadaşlarını hiç mi hiç anlamıyorlardı vs. Onlarda en azından “Ne kadar aşık olursan ol, hayatının cehenneme dönüşme ihtimali var”ı görüyorduk. Bu dizinin tehlikesi burda. “Bu adam seni her şeyden, herkesten, kendi annesinden bile korur kollar” mesajı var. Hayatımızdaki bütün sorunların böyle bir ilişkiyle çözülebileceği mesajı... Ve diziyi izlemek demek bu mesaja inanmak demek. Maalesef beyin böyle çalışıyor. Bilinçdışı böyle çalışıyor. Sinir sistemi böyle çalışıyor. O yüzden böyle diziler, filmler, bu tip romantizm çok ihtiyatlı izlenmeli. Kapılmadan, hemen kendimizi ana karakterlerin yerine koymadan (ayrıca biz kendimizi Süreyya’nın yerine koyuyoruz ama Faruk’un yüz vermediği o şarkıcı kadın gibi muamele görmek de var bu hayatta, bize o kadının yaşadığı hüsranı, kalp kırıklığını değil de Süreyya’nın yaşadığı tapılma duygusunu yaşayacağımızı düşündüren nedir?). Ama o bakışla izleyince de keyfi, hatta anlamı kalmıyor, öyle değil mi?


ree

Sex and the City’deki Carrie Bradshaw ve Mr. Big’inki gibi ilişkilerin, yani adamın her türlü toksikliği yaptıktan sonra en sonunda ne hikmetse kadının “kıymetini anlayıp” ona bağlandığı, kadının ise adamdan ne yaparsa yapsın bir türlü kopamadığı, onu “çok sevdiği” -aslında “düzeltmek” istediği- korkunç yıpratıcı dinamiklerin büyük aşk diye pompalandığı senaryolardan sonra İstanbullu Gelin dizisi bir farklılık getirmiş görünüyor, evet; ama buradaki tehlike gizli, dolayısıyla daha büyük bir tehdit oluşturuyor. Her iki senaryoda da “kurtarıcı” arayan tarafımıza hitap ediliyor, o tarafımızın yaraları kaşınıyor; fakat Sex and the City’de bunu ayan beyan (olmasa da daha kolay bir şekilde) görme şansımız varken İstanbullu Gelin’de gözlerimiz çok daha fazla boyanıyor, görüşümüz iyice daralıyor. Bu yüzden ben İrem Sak’ın Modern Kadın’ı gibi dizileri tercih ederim, her kadına da öneririm. Gerçekleri tüm çıplaklığıyla ortaya serdiği, içimizdeki romantik hayaller kuran küçük kız çocuğunu hiçe saymadan da gerçeklerle temasımızı koruyabileceğimizi gösterdiği için.


ree


* Açıkçası dizinin sadece ilk bölümünü izledim, çok az da ikinci bölüme baktım; ama bu kadarı yeterli geldi. Yine de, eğer ki tatlarını kaçırdıysam, İstanbullu Gelin hayranlarından özür dilerim.

 
 
 

Recent Posts

See All
Sing Sing ve Erkeklik Meselesi

Öncelikle spoiler uyarısı: Aşağıdaki yazıda Sing Sing filminin bazı sahnelerinden bahsedilmektedir. İkinci olarak da, sizi yazıya buyur...

 
 
 

Comments


©2020 by Senem Balaban. Proudly created with Wix.com

bottom of page