Bazen bazı insanların hissettiklerini haklı çıkarmak istemeyiz. Onların karmaşık ve acı dolu görünen dünyasının içine çekilip onlarla birlikte sonsuza kadar acı çekmekten, kirlenmekten, çamura batmak, onların bataklığının içine çekilmekten o kadar korkarız ki, onları kırmak ve uzaklaştırmak pahasına duygularını, yani aslında bizzat o insanları iteriz. Bize göre öfkesi, üzüntüsü, sevinci haksızdır onların, acı çeker, haksız olur, isyan eder haksız olur, mutlu olur haksız olurlar. Yalan söylemek ya da abartmakla bile suçlayabiliriz onları.
Bize yakın olduğu için bizi kolayca incitebilecek olan bu kişilerden korunmamızın tek yolunun onların duygu dünyasından uzaklaşmak olduğuna inanırız. Böylelikle bazen olumlu duygularının dahi ifadesini engellemeye çalışsak da asıl derdimiz olumsuz duygularladır. Başlarız bu kararımızı haklı çıkaran hikayemizi hayata geçirmeye. Öyle davranırız ki gerçekten acı çeken ya da acısını dile getirmeyi hak edenlerin her zaman muhatabımızdan başkaları olduğunu savunur hale geliriz.
Muhatabımızın umutsuz olma, çaresiz hissetme lüksü yoktur çünkü yeterince yoksul veya sefil değildir örneğin; sadece hayatın gerçek sillesini yememiş şımarık bir nankördür. Savaşta değilse, ailesi katledilmediyse, tecavüze uğramadıysa, sokakta yaşamıyorsa, çok ağır bir işte çalışmıyorsa, fiziksel bir engeli yoksa dertlenemez bize göre, dertlense de bunları kendine saklaması gerekir. Bu yaklaşımımızı öyle içtenlikle savunur ve böyle trajediler yaşadığı halde vakur veya hayat dolu olan insanları öyle yüceltiriz ki bazen, tantanalı bir felaket yaşamak ister hale bile getirebiliriz karşımızdakini.
Bizim mantığımıza göre olumsuz duygularını çekinmeden ifade edebilmek için insanların kendilerine devasa felaketler yaratmaları gerekir gerçekten de. Bu mantığa göre yalnızca çok ağır maddi hayat koşullarında yaşayanlar duygulanabilir. Ve yine bu mantığı savunarak hiçbir maddi sefilliğin iyileşmesine de iyi gözle bakmıyor oluruz; rahata kavuşmuş kişi artık merhamete layık değildir bizce. Sefalet istemez görünür ama sefalete değer veririz. Gerçeği küçümser; romantik, bir o kadar da ütopik bir hayali yüceltiriz.
Amacımızın üzüm yemek değil değil bağcı dövmek olduğunu açıkça söyleyemediğimiz, "Kusura bakma ama senin duygu dünyanın içinde kaybolmaya, ölmeden cehenneme gitmeye niyetim yok, o yüzden duygularını aşağılayarak değersiz kılmak zorundayım" diyemediğimiz için onun ak dediğine kara, kara dediğine ak diyerek bize içini açmasını engellemeye çalışırız. Bizim iç dünyamıza ise ancak bir anahtar deliğinden bakmasına izin veririz. O da belki. Ya da ara sıra. Hak ederse... Zira bir diğer büyük korkumuz da kendi içimizin, zaaflarımızın görünmesidir.
İnsanı insan yapan ise duygularıdır oysaki. Birbirimizle duygular aracılığıyla ilişki kurduğumuz zaman ilişkilerimiz gerçek ilişkiler olur. Yukarıdaki gibi davranarak ise robotik bir alışveriş içinde olur, insanlıktan çıkar ve çıkartırız. İncinmekten korunmaya, çamura batmadan steril kalmaya çabalarken tertemiz karantinamızda gerçekten yaşamadan kurur gideriz. İstediğimiz veya seçtiğimiz bu mu gerçekten? İyi düşünmeliyiz bu soru üzerinde. Ve cevabımız evetse karantinamızın görünmez duvarlarını muhatabımız için açıkça görünür kılmalıyız ki gerçekte neyle karşı karşıya olduğunu bilsin.
Burada sözü, "Burası Dünya*" adlı şiiriyle Teal Swan'a bırakmak istiyorum:
Burası Dünya.
Her nefes ve her adım ölüme götürür burada.
Acılar, gürültücü ve kanlı yatağıdır barışın.
Korkaklığımız bizi korumaz,
cesaretin asla
seçim olmadığı bir dünyada.
O, ter gibi sızar deriden
O, yaşama biatın güneşinde kurur
Evreni döne döne geçerken trilyon hayat
saatte bin mille,
hedefi gözümüz seçemez bile burada.
Talihimiz kanımızın rengi,
gözyaşımızın tuzunda.
Kalp kırıldı
ama öylece devam etti atmaya.
Sevgi, Tanrı’ya dair tek delil,
kendimizden büyük olan,
körlüğümüzdür el yordamıyla yürüten bu hayatta.
Korkaklığımız bizi korumaz,
cesaretin asla
seçim olmadığı bir dünyada.
Ne kadar dikkatli de olsan,
öleceksin burada.
Kimimiz emniyetle varır ölüme.
Yarı yaşanmış bir hayatla,
yenilgisinde
başı dik de olsa.
Korkaklığımızın teriyle sırılsıklam olmuşuz,
dibine kadar yaşamaya adanmadan öylece.
Uzaklarda bir çölde ise
bir çiçek açmakta,
En kırılgan yanını
bütün dünyaya sunarak.
Ve tam da orada
onun gücü yatmakta.
Korkak acizdir sevmekten.
Ve delili de yoktur
Tanrı’nın varlığına
Kendinden büyük olana.
Korkaklığımız bizi korumaz,
cesaretin asla
seçim olmadığı bir dünyada.
Öyleyse sev
zira
Burası Dünya.
Burası Dünya.
*(Çeviri: Senem Balaban)
Comments