top of page
Search
Senem Balaban

Gölge Anlaşılmadan Işığın Keyfi Çıkmaz

Updated: Jan 4, 2022

Merhabalar,

Aşağıdaki yazıda şu sorulara bazı cevaplar yer almaktadır: Olumlu düşünme nedir, hangi noktadan sonra işe yaramaz? Buddha acılarımızın nedeninin isteklerimiz olduğunu söylerken nerede hata yapıyordu, örneğin sefaletin içine doğmuş birinden zenginliği umursamamasını beklemek gerçekten mantıklı mıdır? Acılarımıza odaklanarak onları iyice büyütür müyüz yoksa kendimizle buluşmaya giden bir yola mı gireriz? Bilinen şekliyle "anda kalma" fikri neden bir mitten ibarettir? Acı çeken yanlarımızla hemhal olmadan anda kalmak neden mümkün değildir? Dogma neden bir noktaya kadar gerekli, sonra ise sınırlayıcıdır?


Bu arada, ben bu yazıyı çok uzun zaman önce kaleme almıştım ve burada açıklamasına girmeyi düşünmediğim belli bir olay, daha doğrusu durum üzerine yazdığımdan, başta bir bağlam eksikliği var gibi gelebilir; ama siz okumaya devam ettikçe o kısmın önemsiz kalacağını ve asıl anlam ifade etmesi gereken kısımların anlam ifade edeceğini sanıyorum.

İyi okumalar...

———————


NEDEN ABRAHAM-HICKS'TEN UZAKLAŞTIM

Bu yazıyı, yeni Abraham-Hicks çevirileri için çok talep geldiğinden dolayı, hala çeviri bekleyen kişilere neden artık Abraham-Hicks çevirisi yapmadığımı açıklamak amacıyla kaleme alıyorum; ama önce, ilk etapta neden bu çevirileri yaptığıma değinmek istiyorum: Çevirileri yaptım, çünkü bütün bu "pozitif olma" furyasında yanlış anlaşılan çok önemli noktalar olduğunu düşünüyordum. Abraham-Hicks'i dinlemeye başlayınca bunu kendimde görmüştüm ve bu tür konulara ilgi duyan diğer insanların da benim öğrendiklerimi öğrenmesini istiyordum.


Örneğin ben yıllarca, Loise Hay'in ve daha birçok kişinin kitaplarından okuduklarımı şöyle yorumlamıştım: İste, olsun. Yani ne istediğine karar ver, onları hayal et, olumlamalar yaz, söyle, olsun. Abraham-Hicks'in kitabı "Ask and It is Given"ı bile Türkçeye "Yeter ki İsteyin" diye çevirmişlerdi. Yani maazallah isteme, talep etme, ne istediğinizi dile getirme aşamasını atlarsanız hayallerinize kavuşamazdınız. En azından ben öyle anlıyordum. Halbuki Abraham'a göre, isteme aşaması, sizin bilinçli düşüncenizi gerektirmeksizin, kontrast kavramı sayesinde, yani ne istemediğinizi anlamanız suretiyle otomatikman gerçekleşiyordu. Zaten hayatın içinde, istemediğimiz birçok şey yaşıyor ve "bunu beğenmedim" duygusunu hissettiğimiz an istesek de istemesek de "istemiş" oluyorduk. İkinci aşamada evren onu anında gerçekleştiriyordu. Tabii henüz bizim anladığımız anlamda bir gerçekleşme değildi bu. Öyle olması, yani düşünce düzeyindeki gerçeğin madde düzeyinde gerçek haline gelmesi için bizim, istediğimiz şeyle yakın titreşimde olmamız gerekiyordu. Dolayısıyla Abraham yaratımın ilk iki aşamasının zaten kendiliğinden olduğunu, bizim sadece 3. Aşama (istediğin şeyle benzer titreşime gelme aşaması) için bilinçli çaba göstermemiz gerektiğini söylüyor. Zaten bütün Abraham öğretisi de bunun üzerine kurulu: Nasıl istediğimiz şeyleri hayatımıza çekecek kadar titreşimimizi yükselteceğiz?


Bu da beni, yanlış anlaşılan konulardan ikincisine getirmiş oluyor: Yine kendimden örnek verecek olursam, ben yıllarca sandım ki aklımdan olumlu düşünceler geçirmek beni olumlu şeylere taşımaya yetecektir. Evet, yetebilir de; tabii eğer gerçekten inandığım o düşüncelerse... Abraham der ki gerçek inancın "iyi para kazanmak için sevmediğim bir iş yapmalıyım" ise, istediğin kadar "işimi çok seviyor ve çok iyi para kazanıyorum" diye tekrarla, hiçbir şey değişmeyecektir; çünkü bir şeylerin değişmesi için titreşiminin değişmesi gerekir. Titreşiminin değişmesi içinse inancının değişmesi gerekir. İşte böylelikle Abraham'ın sunduğu teknikler inançlarımızı değiştirmek üzerinedir.


Bu noktada Teal Swan'ın spirituality 101, spirituality 2.0 (ve spirituality 3.0 da var ama ona şimdi girmeyeceğim) kategorizasyonundan bahsetmem gerekiyor. Ben bunlara, kolaylık olsun diye spiritualizm 1 ve 2 diyeceğim. Şimdi Teal Swan spiritualizm 1'i nasıl açıklıyor, bakalım: "İnsan ırkına kolektif olarak baktığınızda insanların büyük bir güçsüzlük hissiyle sarılı olduğunu görürsünüz. Bu insanlar kendi gerçeklerini kendilerinin yarattığının ve istedikleri her şeyi elde edebileceklerinin farkında değildir. Bu noktada, bir sonraki adım, insanları istedikleri şeylere ulaşmaya yönelten, benim spiritualizm 1 dediğim harekete doğru yöneliştir. Yani olumlu odağa, olumlu hislere... Bu 'Bak, aslında gücün var' demek, onlara istedikleri şeylere ulaşma cesareti ve izni vermek gibidir. Bu, Evrensel bir Yaratıcı olarak, istedikleri hayatı yaratabileceklerini onlara anlatmaktır." Yani hayatının kontrolünün tamamen kendi dışında olduğuna inanan biri için spiritualizm 1, altın değerindedir. Üstelik spiritualizm 1 sayesinde kendinizi daha iyi tanır, gerçekte ne istediğinizi, ne düşündüğünüzü ve ne hissettiğinizi anlarsınız.


Gelelim Teal Swan'ın spiritualizm 2'yle ilgili söylediklerine:"Bu noktada, hayatta ne istediğinizle ilgili olarak, enerjinizi dışarıya yöneltmek yerine içeriye çevirirsiniz. Mesaj 'Seni neşelendiren neyse onu takip et' yerine, 'Başka bir yere gitmeyi bırak'tır. Bu, 'Seni neşelendireni takip et' fikrinin tam zıttıdır. Bu, 'Acının içine gir' fikridir." Şimdi burda, biraz Abraham öğretisiyle, yani spiritualizm 1 ile, 2'yi karşılaştıralım. Abraham'ın en çok kullandığı cümlelerden biri gerçekten de "Follow your joy", yani "Seni neşelendirenin peşinden git"tir. Teal'a göre, işte bu, kendini hayat karşısında tamamen güçsüz hisseden biri için mükemmel bir yöntem olsa da -ki Abraham tam da bu noktadaki kişiler için görevlendirilmiş bir varlık grubu olsa gerek- artık kendi realitesini kendinin yarattığını idrak etmiş biri için bir yerden sonra ayak bağı olmaya başlar. Nedeni ise, aslında Abraham'ın da sık kullandığı "direnç" kavramıyla ilgilidir.


Direnç (resistance), spiritüel alanda sık kullanılan kavramlardan biri. Çözüm yerine soruna odaklanmak olarak tanımlanabilir. Bu kavram -özellikle ABD'de- “pozitife odaklanan” spiritual camia tarafından çok kullanılır. Örneğin Abraham'a göre evrensel çekim yasası gereği, odaklanılan şey ve benzerlerini hayatımızda çoğaltırız. Dolayısıyla örneğin ‘savaş karşıtı’ olmak barışa katkıda bulunmaz. Bu, direngen bir haldir. Barışa katkıda bulunmayı gerçekten istiyorsak savaşa odaklanmayı bırakıp barış hakkında düşünmemiz gerekir. Doğrudur da; sadece, eksik olan şudur ki bilinçli odağımızın nerede olduğu fark etmeksizin, çok önceden bastırmış olduğumuz düşüncelere hiç ama hiç farkında olmadan öyle güçlü odaklanırız ki biz barışı düşündüğümüzü sanıyorken aslında odağımızın yalnızca %5’i barışta; %95’i ise savaşta olabilir (hatta çoğu zaman durum budur). Bunun nedeni bir şeyi bastırdığımız zaman, onu çok yoğun bir enerjiyle besliyor oluşumuzudur.


Dolayısıyla, Teal Swan'a göre asıl direnç bilincimizle bir şeye odaklanırken, bilinçaltımızla hiç farkında olmadan bambaşka bir şeye odaklanmanın yarattığı gerginlik, benliğimizin iki ayrı tarafa çekiliyor gibi olması hissidir. Teal Swan bu dirençten kurtulmanın tek yolunun bastırılan şeyden kaçmak yerine ona yönelip onu bilincin ışığına çıkarmak, böylelikle de onu beslemeyi bırakmak olduğunu söyler. Abraham'ın, "Ne düşündüğünüz ya da ne söylediğinizi değil; gerçekte neye inandığınızı değiştirmeden titreşiminizi değiştiremez, titreşiminizi değiştirmeden de realitenizi değiştiremezsiniz" dediğini hatırlayın, o noktada biz Abraham sayesinde öğrenmiş olduk ki hayatımızda olanlar sadece bir sonuçtur: inançlarımızın sonucu. Dolayısıyla bu yeni düşünce bizim için devasa bir ilerleme olmuştu. Bu noktada, yani spiritualizm 2 noktasına geldiğimizde ise anlıyoruz ki, neye inandığımızı tespit edip o inancı değiştirecek bir takım pozitif odaklanma teknikleri uygulamak, "doğrudan acıya dönme" tekniğinin yanında iğneyle kuyu kazmak gibi kalıyor; çünkü realitemiz inançlarımızın sonucu, evet, doğru, ama inançlarımız da aslında birer sonuç. Yani titreşimimizi yükseltmemize engel olan olumsuz inançlarımız da bilinçdışımızda, gölgede kalmış, bizim ilgimiz için adeta yalvaran, onları fark edip dinleyelim diye gözümüzün içine bakan bastırılmış parçalarımızın birer sonucu.


Teal Swan'a geri dönelim: "Her şey ilerleme ve ilerlemenin neresinde olduğunuzla ilgili. Tamamen güçsüz hisseden, yas derecesinde mutsuz hisseden biri için, öfke duymak titreşimsel anlamda ilerleme kaydetmektir ve bu kişinin, o öfke aşamasını yaşamadan kişisel güç, neşe gibi aşamalara geçmesi mümkün değildir (ki bunu Abraham da söylüyor). Benzer şekilde, başka şeylere, başka kişilere tamamen bağımlı olan, böylece tamamen güçsüz hisseden biri için, bağımsızlık hissi, titreşimsel bir ilerlemedir. Bu aşama yaşanmadan, Kaynak Enerji'ye en yakın titreşimsel hal olan, insanların biririne karşılıklı olarak ihtiyacı olduğu (interdependence) fikrinin idrak edildiği aşamaya geçilemez. Dolayısıyla kendinizi tamamen güçsüz hissettiğiniz bağımlı bir halden, güçlü hissettiğiniz, isteklerinize doğru yöneldiğiniz bağımsız bir hale geçmek bir gelişmedir. Zira kendinize isteklerinizin peşinden gitme izni vermediğiniz sürece bir sonraki aşamaya geçemezsiniz. Yani isteklerin ötesine geçme aşamasına..."


Devam ediyor: "Bu, Buddha dahil birçok spiritüel öğretmenin yetersiz kaldığı bir noktadır. Buddha'nın yaptığı, insanlara daha hazır olmadıkları halde spiritualizm 2'yi öğretmeye çalışmaktı. Özetle diyordu ki 'Bakın, istemeyi bırakmalısınız, çünkü istemek acı çekmenin kökenidir.' Bense size diyeceğim ki 'İstemek, acı çekmenin kökeni değil, acı çekmenin sonucudur.' Her tür 'istek', bir şeyden uzağa doğru bir harekettir. Her bir isteme, sizi hissetmek istemediğiniz bir duygudan uzaklaştırmak üzere tasarlanmıştır. 'Sevgi istiyorum, çünkü sevilmemenin verdiği acıyı yaşamak istemiyorum.', 'Güzel bir ev istiyorum, çünkü fakirliğin verdiği acıyı hissetmek istemiyorum.' Her bir istek, hissetmekten kaçmak için tasarlanmıştır. Yani, spiritualizm 2, istemenin ötesine geçiştir. Ama bu süreç zorlanamaz. Bu nokta çok önemli. Buddha bir prens olarak dünyaya gelmişti. Onun, bolluğun olmadığına, güçsüzlüğe, istediklerini elde edemeyeceğine dair bir inanışı hiçbir zaman olmadı. Para, kadınlar, ne isterse emrindeydi. Dolayısıyla Buddha, bu noktadan gelerek insanlara istekleri ve arzuları bırakmanın değerini öğretmeye başladı." diye anlatıyor. Yani onun spiritualizm 1'i öğrenmesine zaten gerek yoktu, zaten "İstediğim her şey benim" tavrına sahipti.


Ve şöyle sürdürüyor Teal: "Sorun şu ki, kıtlık ve güçsüzlük zihniyetinin tam kucağına doğmuş bir insanın isteklerini iptal etmeniz mümkün değildir." Abraham da zaten biliyorsunuz ki siz bilinçli olarak istemenize gerek olmadan zaten bilinçdışından istemiş oluyorsunuz, diyordu. İstesek de istemesek de, yaşadığımız olumsuz deneyimler bir şeyler istememize neden oluyordu. Teal'ın açıklamasına devam edelim: "Bu demek oluyor ki, eğer biri 1 milyon Dolar istiyorsa, bu kişiye bunu istememeyi öğretmek yerine o parayı elde etmesine yardım etseniz iyi edersiniz. İnsanların istediklerini elde etmesine izin verirseniz şöyle bir şey olur: İstediklerini elde ederler ve istediklerini elde etmeye devam ederler ve istediklerini elde etmeye devam ederler. Sonra muhteşem bir şey olur ve fark ederler ki ne isterlerse istesinler, ne elde ederlerse etsinler, hayatları ne kadar değişirse değişsin hala sefalet içindedirler. Bence o nokta, gelebileceğiniz en güzel noktadır." Yani o noktada, ama ancak o noktada spiritualizm 2'ye hazırlardır. Bütün bu sözler vesilesiyle, Abraham-Hicks'in yapmaya çalıştığı şeyin ne kadar değerli olduğunu ve spiritualizm 2'yle çatışmadığını; sadece ona üzerinde yükseleceği bir zemin hazırladığını takdir edelim isterim.


Scott Peck de "Az Seçilen Yolun Ötesi" adlı kitabında, başka kavramlar kullanarak, benzer bir kategorizasyona dikkat çekiyor. Dine yönelmenin -ki biz bunu spiritualizme yönelme olarak da alabiliriz- gizemden kaçmak ve gizeme yaklaşmak olmak üzere 2 farklı nedeni olduğunu belirtiyor. Burada gizemden kaçmak için dine yönelmekten kasıt, bilinmeyenden, bilmemekten duyulan korkunun kişiyi dogmatik bir şekilde dine sığınmaya itmesi iken; gizeme yaklaşmak için dine yönelmeden kasıt ise, her ne kadar bu arayış her adımda ne kadar az şey bildiğimizi göstererek bizi korkutsa ve canımızı acıtsa da gerçeğin peşindeki arayışta dine yönelmektir. Dikkat ederseniz, bu kategorizasyonda da, Teal'ın spiritualizm 1 ve 2 kategorizasyonunda da, 1. aşamadaki durum acıdan kaçınmak için bilmemeyi tercih etmek iken, 2. aşama acıya kucak açmak ve bilmeyi, görmeyi tercih etmektir. (Bütün bunlar size Matrix filmini hatırlattı mı? Bana hatırlattı; ama bir de oraya girip iyice dağılmayalım.)


Teal'la devam edersek: "Duygularımızdan kaçtığımız zaman -ki elimizde olandan başka bir şey istediğimizde, yaptığımız budur- kendimizi terk etmiş oluruz. Nihai olarak, istemek, kendini istememektir. Dolayısıyla spiritualizm 2, kendi kendinize tamamen açıldığınız noktadır. Fakat bu ciddi derecede cesaret gerektirir çünkü cevap 'neşeyi takip etmek' değil; kendi acınızın girdabının tam ortasına girmektir. Bu süreçte her köşeniz, gereksiz her yanınız sizden sökülüp alınır. Bu, hayattayken cehennemi yaşamak gibidir. Ama bunu yaptıkça ne olur biliyor musunuz? Fark edersiniz ki aslında size hiçbir şey olmuyor. Bu, kötü şeyler yaşadığınız bir süreç değil; yaşanmış kötü şeylerin silindiği bir süreçtir. Bu gerçekleştiği zaman, gerçekte kimsek o oluruz.


'Allowing 101'de (oluşa izin verme 1'de) kendimize neşeyi deneyimlemeye izin veririz. 'Allowing 2.0'da (oluşa izin verme 2'de) ise kendimize acıyı da deneyimlemeye izin veririz. Bunu yapmadığımız takdirde anda kalma şansımız yoktur. Bu yüzden insanlar diğer insanlara anda kalmayı öğretmeye çalıştığında bu bana biraz komik gelir. Bu mümkün değildir. Kendinize çocukluğunuzda bastırdığınız duygular da dahil olmak üzere her şeyi hissetme izni verene kadar anda kalamazsınız. Bunun nedeni, dünyadaki her insanın Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) yaşamış olmasıdır ve TSSB ile ilgili duygular kendilerini sürekli olarak 'şimdiye' yansıtırlar. 'Şimdide olmak/anda olmak', yapmakla ulaşılacak bir hal değil; yapılmış olanı silmekle oluşan otomatik bir haldir."


Kendi sözleriyle alıntılayacak olursam Scott Peck de az önceki konuya şöyle devam ediyor: "Benim niyetim, dini gizemden kaçmak için kullanan insanları acımasızca eleştirmek değildir. Çünkü tıpkı Adsız Alkolikler'e yeni katılmış olan alkolikler ya da ahlaklı yaşamaya yeni başlamış olan suçlular gibi, psikoruhsal gelişimlerinin belirli noktasında, kendilerine rehberlik edecek dogmatik inançlara ve prensiplere ihtiyacı olan insanlar vardır. Yine de tam olarak olgunlaşmış spiritüel bir insan, dogmaya sıkıca sarılmaz ve onun için tam bir inanç diye bir şey yoktur.”


Çok uzun bir açıklama oldu, biliyorum, neden artık Abraham-Hicks çevirisi yapmadığımı sadece 1-2 cümleyle açıklayabilirdim, onu da biliyorum, ama ben yukarıdakilerin hepsini açıklama ihtiyacı duydum, çünkü zihnimde dönüp duruyor ve mutlaka dışarı çıkmak istiyorlardı. Yani yeni yönelimimin ne olduğunu, eskisiyle arasındaki bağlantıları ve daha birçok şeyi açıklamak istedim aslında. Sonuçta çevirileri neden artık yapmadığımın da anlaşıldığını zannediyorum: çünkü artık spiritualizm 1'den ziyade 2'ye ilgi duyuyor ve zamanımı daha çok bu konuda bir şeyler yaparak harcıyorum. Teal Swan'ın 'Yalnızlığın Anatomisi' kitabını Türkçeye çevirmiş olmam da bu konuda yaptığım şeylere bir örnek. Bu yazıda anlatılanlar ilginizi çektiyse kitabı okumanızı tavsiye ederim.

616 views1 comment

Recent Posts

See All

Sohbet Bükücüler

Bizimki, anlatmaya izin vermeyen bir kültür. Biri bizimle bir derdini paylaştığında, bize içini döktüğünde*, illa bir sıkıntı da olması...

1 Comment


Nebupr;o;
Nebupr;o;
Mar 30, 2023

Ne kadar güzel yazmışsınız ve evet bilinçaltını,kaygıları gözlemle izlemiyorsak ve sürekli bu durumlardan kaçmaya çalışıyorsak anda kalamayız çünkü anda kalabilmek için fazla düşünme ve abartılı düşüncelerden arınmaya ihtiyacımız var.Bunun için YouTube dan "Hayata uyan" kanalını araştırabilirsiniz.Orada bir topluluk var ve otomatik ve bize ait olmayan düşüncelerden arınmaya çalışıyoruz ♥️

Like
bottom of page