top of page
Search

Varsayma Günahı

Senem Balaban

Çocuk acı çekerken tepesinde dikilip vaaz veren, onunla zerre kadar ilişki kurmadığı, onu görmeye duymaya anlamaya çalışmadığı halde çocuğun ne düşündüğünü, ne istediğini, neye inandığını, neye ihtiyaç duyduğunu bildiğini varsayan, varsaymaktan başka bir şey yapmayan, çocukla birlikte o anı yaşamayıp ona tepeden bakan, çocuk bir şey duyacak halde değilken kulağının dibinde “Öyle yapma, böyle düşünme, sen şunun şöyle olduğunu düşünüyorsun ama o öyle değil, sen şuna inanıyorsun ama o fikir yanlış, sen şu yöntemi benimsemişsin ama o yöntem işe yaramaz” diye ders üstüne ders veren, bir etki yaratabilecekse eğer bunu -konuşarak değil- ancak örnek olarak yapabileceğini bilmeyen ya da kabul etmeyen büyükler... Onlar akıllarındakini kusmazlarsa ölecekmiş gibi hissederler. Avuntu değil, demeç verirler. Empatiyle, merakla değil, önyargıyla, kontrol arzusuyla yaklaşırlar. İşleri güçleri düzeltmektir. Yerli yersiz, neyi kırıp döktüklerine bakmaksızın düzeltirler. Haklı olmayı, haklı kalmayı isterler, konunun çocukla neredeyse hiç ilgisi yoktur. Her fırsatı ders vermek için kullanır, bağ kurma fırsatlarını kaçırırlar, hatta bağ kurma fırsatlarını adeta ellerinin tersiyle iterler. İteriz. Biz büyükler. Bütün kibrimizle… Komiğizdir aslında, gülüncüzdür; ama son derece, sıkıntıdan çığlık attıracak kadar ciddi davranırız.


Haklarındaki varsayımlarımızın her biri ne kadar kırıyor çocuklarımızı ve gençlerimizi bir görsek… Çünkü bu varsayımların sebebini biliyorlar. İlişkisizilik… Kopukluk… Tanımaya, bilmeye, görmeye hevessizlik, kolaycılık, sabırsızlık, tedirginlik, huzursuzluk… Dinlememek, dinlemek istememek, vakit ayırmak istememek, ilişki kurmak istememek, neye yetiştiğimizi tam olarak bilmeden acelelerimizin peşinden gitmeyi orda o çocukla/gençle “vakit kaybetmeye” tercih etmek, duygudaşlık kurmayı değil, üstün olmayı yeğlemek, biz’e değil ben’e vurgu yapmayı, ortaklıklara değil, ayrılıklara dikkat çekmeyi, hatta ortaklıkları bile ayrılık olarak görmeyi istemek. Bunların hepsini biliyor, en kötü ihtimalle seziyor, bizi kitap gibi okuyorlar ve biz hala onlara ders verebileceğimizi zannediyoruz. “Z kuşağı z kuşağı” diye naralar atıyoruz.


Daha bebeklikten başlıyor bu kopukluk ve onun sonucunda tutulunan varsayma hastalığı. Çocuğun ne zaman ne kadar mama/yemek yiyeceğini ya da meme emeceğini bilmesinin, üşüyüp üşümediğini anlamasının mümkün olmadığını varsayıyoruz en basitinden. Böyle böyle çocukları kendinden koparıp sonra bir de farkında olmadan yaptıklarından -ya da yaptıklarını sandıklarımızdan- vuruyoruz onları. Farkında değilsin ama şöylesin, farkında değilsin böyle davranıyorsun. İş “Farkında değilsin ama şöyle düşünüyorsun”a kadar varıyor. Bu tespitlerde çoğu zaman haklı olmuyoruz, bu yüzden her şeyin üstüne bir de “haksızlığa uğradım” veya “anlaşılmadım” hissiyle baş başa bırakıyoruz çocukları ama hadi haklı olduklarımız üzerinden konuşalım, bunları söylemenin çocuğun kendini daha iyi tanımasına bir faydası oluyor mu? Hayır, bilakis, kendi perspektifine daha da tutunuyor; çünkü çocuk, söylediklerimizi onu düşünerek, onu merkeze alarak değil; haklı çıkma isteğiyle, kendimizi merkeze alarak, onu aslında dışlayarak söylediğimizi seziyor.


Bunların kökeninde -başka pek çok şeyle birlikte- neyin yattığını Nihan Kaya harika açıklar: Bizim içimizdeki çocuğun, hiç ya da yeterince görmemiş olduğu ilgiyi başkasına göstermek istememesi, gösterememesi, onu kıskanması, ona içerlemesi, bizim içimizdeki çocuğun da kendi ailesinin varsayımlarına yenik düşmüş olması* sebebiyle kendi kırgınlıklarını yaşıyor olması. O çocuk, şefkate ve ilgiye ve karşılanmamış her ne ihtiyacı varsa onların karşılanmasına ihtiyaç duyuyor. Bunun farkında olmadığımız ve içimizdeki mahrumiyet içindeki çocukla ilgilenmediğimiz sürece dışımızdaki çocukla da gereğince ilgilenemiyoruz. Özellikle aramızdaki öğretmenlerin, ebeveynlerin ve çocuklarla ya da kişilerin içindeki çocuklarla alakadar olan (terapistler mesela) herkesin buna dikkat etmesi lazım. Etmez, bu konuda bir şey yapmazsak karşımızdakine göstermek zorunda olduğumuz ama göstermek istemediğimiz ilgiyi/şefkati/empatiyi/merakı sadece gösteriyor gibi yapıyoruz, onu suçlayan veya utandıran yorumlarımızı, altında herhangi bir merhamet barındırmadıkları halde “senin iyiliğin için” kılıfına büründürerek ortaya koyuyoruz -burda işin içine hafiften gaslighting de girmiş oluyor- ve en iyi ihtimalle karşımızdaki kişi bizden fayda görmemiş, en kötü ihtimalle de kalıcı zarar görmüş oluyor -sonuç kişinin yaşına, ilişkinin yakınlığına vs. göre değişir.


İş dönüp dolaşıp, kendi içimizde ne olup bittiğine bakmaksızın ve kendi çocuk taraflarımızla ilgilenmeksizin dışımızda olan bitene, bu durumda çocuğumuzun davranışlarına, yapılan müdahalelerin beyhudeliğine geliyor. Bu yazı boyunca söylediklerim anne babalara, bakımverenlere vs bir saldırı gibi algılanmasın isterim. Amacım bu değil. Sorunları kendimizden yola çıkmadığımız sürece çözemeyeceğimizi söylerken “Sorun bizde, biz suçluyuz, kendimizden utanmalıyız” demek istemiyorum. Tam tersine, utandığımız taraflarımızla daha yakın ilişkiler kurmalıyız. Çocukken bize yapılanı biz de çocuğumuza (ya da öğrencimize, danışanımıza vs) yapmak istemiyorsak bunun yolu hissettiğimiz, son derece de normal olan kırgınlık, öfke, kıskançlık, haset gibi zorlayıcı duygularımızı hissetmiyormuş gibi yapmak, bu duyguları hisseden taraflarımızı haksız çıkarmak, eleştirmek, kendimize yüklenmek değil; kendi acılarımızla yüzleşmek, onları hissedip işlemek. Bu yüzden bir önceki blog yazımda verdiğim tavsiyeyi bu yazının son paragrafına aynen kopyalıyorum.


Travma uzmanları en dehşetli duygunun bile sadece bir buçuk dakika sürdüğünü söylüyor, bu da içinize su serpsin. Tabi bir duygudan diğerine geçe geçe süre biraz daha uzayabilir. Ayrıca bir buçuk dakikayı bırak, bir buçuk saniye bile o duyguya katlanamayacak durumda olabilirsiniz. O halde size bir eşlikçi, yaşadıklarınıza şahitlik eden, acınızı çekerken orada “present” olabilen biri gerekiyor olabilir. Böyle bir arkadaşınız ya da tanıdığınız varsa harika, yoksa bir profesyonele başvurabilirsiniz. Ben Elçin Yurddaş’ı öneriyorum. Bildiğiniz, güvendiğiniz, kompleks travmadan anlayan, iyileşmeyi bilişsel süreçlere indirgemeyen bir psikolog da olabilir. Hiç kimseyi bulamıyorsanız bir seçenek de Alex Howard’ın kitabı “Senin Hatan Değildi!”yi okumak. Kitap bazı halk kütüphanelerinde bile var. Hissetme, acıda kalma işinin nasıl yapılacağını ve o noktaya gelmek için kişinin kendi kendini nasıl güçlendirebileceğini adım adım anlatan bir kitap. Yapabilirsiniz. Yapabiliriz.


*Bu "varsayım"yorumu bana ait, Nihan Hanım'dan öyle bir şey duyduğumu hatırlamıyorum.

 
 
 

Recent Posts

See All

Sing Sing ve Erkeklik Meselesi

Öncelikle spoiler uyarısı: Aşağıdaki yazıda Sing Sing filminin bazı sahnelerinden bahsedilmektedir. İkinci olarak da, sizi yazıya buyur...

Zelenski, Trump ve Çocuklar

Sosyal medyada hepimiz (değilse de birçoğumuz) hemfikir olduk: Trump ve ekibinin Zelenski’ye davranışları çocuklara davranışlarımız gibi....

Sıfır İzah

Sormak istiyorsun, gururun el vermiyor. Neden? Ne oldu birden? Sıfır izahla kırklara karışan bu faninin derdi ne? Ne yaptım? Ne...

Comments


©2020 by Senem Balaban. Proudly created with Wix.com

bottom of page