Kendimizden vazgeçişlerimize gerekçe olarak "Onu üzmek istemediğim için"i (ve benzerlerini) gösterirken doğruyu söylediğimizi düşünürüz, fakat "Neden onu üzmek istemedim?" sorusuna dürüstçe cevap verdiğimiz takdirde yanıtımız "Alabileceğim tepkiden korktuğum için"dir çoğu zaman, bu da ilk cümleyi ("Onu üzmek istemediğim için kendimden ödün verdim") yalan kılar. Gerçekte yüce gönüllükle kendimden önce onu düşündüğüm, onu üzmek istemediğim için değil, onu üzersem sert/ters tepki alabileceğim, fakat böyle bir tepkiyle baş edecek gücüm olmadığı için kendimden vazgeçmişimdir ve hazır kendimden vazgeçmişken bunu bir fedakarlık gibi gösterip puan toplamaya ya da daha kötüsü, karşımdakini kendime borçlu kılmaya çalışıyorumdur.
Toplum, kendisi için yapılan bu tür "fedakarlıkları" sert tepkiyle ya da kayıtsızlıkla karşılayan birine inanamaz gözlerle bakar, onu bir canavar gibi görür, nankör addeder; yaptığı "fedakarlık" takdir görmeyen ya da reddedilen kişiyi ise mağdur sayar, fakat bu sözde iyiliği alması beklenen kişinin "iyiliğe" sert tepki göstermesi, pek çok durumda onun altındaki sinsiliği, manipülasyonu ve yalanı seziyor olmasından kaynaklanır. Burada asıl mağdur kişi, kendine kendinin talep etmediği bir iyilik sunuluyor diye minnet duymak zorunda hissettirilendir. Üstelik böyle hissetmeyip sert tepki gösterdiği için ayıplanarak bir kere daha mağdur edilmektedir.
Sözde iyi ve fedakar kişiler en büyük yarayı çocuklarında açar çünkü yaşı gereği ebeveyninin sevgisine muhtaç olan çocuk bu sözde iyiliklerin/fedakarlıkların ardındaki manipülasyonu hissetse de ebeveynine yakınlığını sürdürmek zorundadır. Bu çelişkiden kaynaklanan sevgi-nefret ilişkisi yıllarca devam eder ve çocuk nihayetinde gerçek, koşulsuz iyilikleri de şüpheyle karşılayan, kimsenin karşılıksız bir şey vermeyeceğini düşünen, kimseye güvenemeyen bir yetişkine dönüşür. Daha acı olan şudur ki o, onun için fedakarlık yapmayan kişilerin onu sevdiğine de asla inanmaz. Hem fedakarlığa öfkelenir hem de fedakarlık olmadan sevgi olmayacağını düşünür.
Madalyonun diğer yüzünde ise çocuklukta "fedakarlık" mağduru olmuş bu kişinin verme dinamiklerindeki çarpıklık bulunur. O, size verdiği şeyi, yaptığı iyiliği bir kıyak olarak verir/yapar. Sizi mutlu görmeyi sevdiği için bunu yaptığını söylese de asıl sevdiği şey, sizi minnettar görmektir. Verdiği karşısında istediği coşkuyu bulamazsa büyük hayal kırıklığına uğrar. Onun için ideal senaryo, onun yukarıdan bir yerden, bir kıyak olarak size bir şey vermesi, sizin buna layık değilmiş gibi davranmanız, onun da yine yukarıdan bir yerden sizin buna layık olduğunuzu söylemesidir. O, bu oyunun mutlaka oynanmasını ister. Ne var ki bir şeye ihtiyacınız olup da ondan direkt olarak yardım/destek istediğinizde hakarete uğramış gibi hisseder. Bu ne cürettir!
Görüldüğü gibi bu kişi çocukluğunda ona yapılan "iyiliklerin" mağduru olarak yetişkinliğinde benzer bir mağduriyeti bu sefer başkalarına kendi yaşatmaktadır. Bu kişinin bu toksik ilişki ve "sevgi" döngüsünü kırıp sağlıklı ilişkiler kurabilmesi için önünde tek yol vardır: Ebeveyninin -en azından bazı- fedakarlıklarının masum olmadığını; bencilce manipülasyonlar olduğunu görüp kabul etmek. Bu kabule varmak hiç kolay değildir; çünkü kişinin aslında ebeveyni tarafından sandığı kadar sevilmediği gerçeği ve bunun vereceği acıyla yüzleşmesini gerektirir. Bu korkunç bir acıdır. Ne var ki bu acı yaşanıp söz konusu kaybın, kayıp çocukluğun yası tutulmadan şimdiki zamanda gerçek ilişkiler kurmak mümkün olmayacaktır.
Comments