Bizimki, anlatmaya izin vermeyen bir kültür. Biri bizimle bir derdini paylaştığında, bize içini döktüğünde*, illa bir sıkıntı da olması şart değil, kendiyle ilgili herhangi bir anekdot anlattığında onun, anlattıklarını otomatikman bizim değerlendirmemize sunduğunu varsayıyoruz. Doğru mu yanlış mı yaptığını, eksik bir şey yapıp yapmadığını, onun mu yoksa karşı tarafın mı hatalı olduğunu tartmaktan, düzeltecek bir şeyler aramaktan onu doğru düzgün dinlemiyoruz, hatta hiçe yakın dinliyoruz, sadece kopuk kopuk bazı cümleler duyuyoruz.
Örnek senaryo: Ayten, Başar’a “Dün X sokakta bir kiralık ev baktım” derken Başar araya giriveriyor: “X sokaktaki evler felaket oluyor yalnız.” Ayten’in bu konuyu açarken varmak istediği yer bambaşkaydı lakin Başar’a cevap verme gereği hissediyor. “Yok, bu ev komple tadilattan geçmiş. Bayağı güzel.” Başar karşı çıkıyor: “Fark etmez, oradaki evlerin yüzde 90’ı ağır hasarlıydı. Raporunu gördün mü?” Ayten sinirleniyor, “Gördüm” diyor sinirini belli etmemeye çalışarak ve artık konunun kapanmasını umarak; ama boşa umutlanıyor çünkü Başar “Dikkat et yalnız, sahte rapor alıyorlarmış” diyor. İyice sinirlenen Ayten “Tamam, olur öyle yaparım” diyip susuyor.
Halbuki Başar çenesine hakim olup Ayten’in söylediklerini içeri alabilseydi, başka deyişle Ayten’in söyledikleri Başar duvarına çarpıp patır patır yere dökülmeseydi Başar’ın duyacağı şey şu olacaktı: “Dün X sokakta bir kiralık ev baktım. Ev sahibi o kadar tuhaf bir adamdı ki… Bana ‘Aile mi tutacak?’ diye sordu. Hayır, dedim. Tek kalacağımı söyledim. ‘Bekara vermiyor musunuz?’ diye sordum. Nedense öfkelendi, sesini yükselterek ‘Niye vermeyelim Hanfendi?’ dedi. ‘Rahatsız oldum. Tamam, sakin olabiliriz bence’ dedim. Daha da öfkelendi. Bir şeyler homurdandı. Hiçbir şey demeden arkamı dönüp koşa koşa çıktım ben de oradan. Numarasını da engelledim. Şimdiden böyleyse evi tutunca kim bilir ne manyaklıklar yapar!”
Kendi içinde huzurlu olan, karşısındakinin söylediklerini içeri alabilen, anlatılanın özünü, anlatıcının bunu anlatmaktaki niyetini kavramaya çalışarak dinleyebilen biri bu anekdota gülerdi, çünkü Ayten’in güle kıkırdaya anlattığını fark eder, anlatma amacının güldürmek olduğunu anlardı. İkisi birlikte güldükten sonra belki Ayten bir katman daha derine inmek istediğini fark ederdi ve aslında adamdan ne kadar korktuğunu paylaşırdı (çünkü genelde içimizde olup bitenleri dışımıza yansıtmadığımızdan, bazen Ayten’in durumunda da olduğu gibi kendimiz bile fark etmediğimizden, gerçek hislerimizin ortaya dökülmesi için önce yüzeyde olanı ortaya dökmemiz gerekebiliyor). Sonuçta iki arkadaşın arasındaki bağ güçlenmiş, Başar Ayten’i anlamış, onunla bu anıyı ve yaşadığı korkuyu paylaşması vesilesiyle Ayten’in ona verdiği değeri teyit etmiş, Ayten de anlaşıldığını, duyulduğunu hissetmiş olurdu.
Gelgelelim, Başar iletişimde böylesi bir cömertlik sergileyen biri değil. Ayten ilk cümlesinden daha ileri gidebilseydi bile muhtemelen bir-iki cümle sonra ‘adam öfkelenmemiştir belki, sana öyle gelmiştir’ diyecek ya da arkasını dönüp çıktığını söylediğinde Ayten’i adama kabalık etmekle suçlayacaktı. Az önce “O sokaktaki evler felaket oluyor” diyen kendi değilmiş gibi, Ayten’i bu kez de evden çıkıp gittiği, adamın numarasını engellediği için eleştirecekti. Böyle konuşmalarda, bu örnekte olduğu gibi, söylediklerinizin bütüncül olarak anlaşılmaya çalışılmayıp tek tek, cümle cümle irdelendiğini fark edersiniz. O yüzden karşınızdaki kişi az önce itiraz ettiği bir şeyi bir an sonra savunuyor duruma düşebilir. Zira o sadece bulmaca çözer gibi eksik, kusur, yanlış aramaktadır. Bu iletişim (?!) biçiminde Ayten adamdan aslında ne kadar korkmuş olduğu kısma mucizevi bir şekilde gelebilseydi bile yine değillenecek, “Korkacak bir şey yoktur, sana öyle gelmiştir” ya da “Başına bir şey gelmezdi, sanmam” gibi bir karşılık alacaktı.
Bunda art niyet olmasa da koca bir bilinçsizlik var ve her fırsatta söylediğim gibi, bilinçsizlik art niyete yeğ tutulacak bir şey değil. Buradaki bilinçsizlik, insanların çok ama çok çok büyük oranının bir şey paylaşırken, anlatırken duyulmak, anlaşılmak amacıyla ya da yaşadığı şeye birinin şahitlik etmesini istediği için paylaştığını fark etmemeye dair. Dolayısıyla “Ama söyledikleri doğru” diyerek Başar’ı haklı çıkarmak isteyenlere şunu söylemek isterim: Evet, söyledikleri doğru; ama konu dışı. Alakasız. Ayten’in bu tecrübesini aktarırken vurgulamak istediği bambaşka bir şeydi. O, adamla arasındaki tuhaf etkileşimi anlatmaya çalışıyordu ve bu, karşı tarafa biraz olsun geçmedi. Boşa konuşulmuş oldu. Bir sürü söz edildiği halde anlaşılma söz konusu olamadı.
Bir seferberlik başlatalım istiyorum. Karşımızdaki bir şey söylediğinde o söyleneni içimize alalım, gerekirse biraz sessiz kalalım ama ona sanki söylediği şeye tenis raketiyle vurmuşuz izlenimi veren şekilde cevap vermeyelim. Bu bize yapıldığında ne kadar sıkışmış, elimiz kolumuz bağlanmış, özgürlüğümüz kısıtlanmış, çaresiz hissediyoruz, hatırlayalım. Bir dahaki sefere aynısı bize yaşatıldığında durup oradaki hissimizin farkına varalım. Aynısını biz birine yapacağımız zaman ise (durmayı beceremeyebiliriz belki, zira bu çok sinsi, çok da içimize yerleşmiş bir şey. Benim diyen, oldum diyen, yanılmam diyen, iletişim uzmanı geçinen biri bile şıp diye bu hataya düşebilir, düşüyor da) bunu yapmak üzere olduğumuzun farkına varalım.
Unutmayalım ki biri bize bir şey anlattığında ona sözlü cevap vermemiz bile şart değil. Orada olalım, onunla olalım, o anlardaki, o anlatıdaki mevcudiyetimizi koruyalım, kopmamaya, kendi zihnimize kaçmamaya çalışalım. Bunları yaptıktan sonra sessiz kalmışız ya da konuşmuşuz fark etmez, insanlar duyulmaya aç; fakat durumumuz öylesine vahim ki terapistler arasında bile, terapi sırasında bile, sessizliğe birkaç saniyeden fazla dayanamayanlar çok (çünkü dayakla değil, bağırmayla da değil -veya dayak ve bağırmanın yanında bir de- sessizlikle cezalandırılmış çocuklarız ve sessizliği tehdit olarak algılıyoruz, bu bir, ikincisi de, anlamaya çalıştığı için tüm dikkatini vererek bizi sessizce dinleyen birinin bizi yargıladığını zannediyoruz).
Öte yandan kalabalıklar içinde yalnız hissetmekten kurtulmak istiyorsak eğer, bu konuyu gündeme almamız lazım. Hemen değiştirebiliriz demiyorum, kolayca değiştirebiliriz de demiyorum ama ancak farkına varıp gündeme alırsak değişim gelebilir diyorum. Bu bir salgın; tek tük birkaç insanın yaşadığı bi şey değil -bilincinde olmayanlar vardır, o ayrı. Dolayısıyla “Ben böyle değilim”, “Ben böyle şeyleri umursamam” gibi itiraz cümleleri kuran kişileri tekrar düşünmeye davet ediyorum. Ben bu konunun akıl sağlığımızı sanılandan çok daha fazla etkilediğini düşünüyorum.
*Uzun uzun, karşıdakini zerre umursamadan, hiç durmamacasına, demeç verir gibi konuşan, mastürbasyon yaparcasına kendini, kendi deneyimlerini, acılarını macun gibi uzata uzata anlatan kişilerden bahsetmiyorum burada. Onlar da aslında burada konu olan madalyonun diğer yüzü.
Comments