top of page
Search
  • Senem Balaban

"Ben Gençlere Bayılıyorum"

Yaşlı-genç hiyerarşisindeki (yaşlıdan gelen) gizli kibir, içten içe der ki "Benim sana öğretecek çok önemli şeylerim var; senden ise öğrenecek pek önemli bir şeyim olamaz." Gel gör ki dışarıya karşı "Gençlerden çok şey öğreniyorum" benzeri sözler etmekten geri durmaz gerektiğinde. Hatta gerekmediğinde de... Zira bu sözler onun tam da yaratmak istediği mütevazı, yüce gönüllü bilge zat görüntüsüyle paralel, hissettirmek istediği "Senden üstün olduğum halde hala senden bir şeyler öğrenebileceğimi düşünecek kadar da açık fikirli, alçak gönüllüyüm" enerjisine uygundur. Ben bu duruma "yaşlının örtülü terörü" diyorum ama dikkatli gözler/kulaklar/gönüller gerçekte bu bakış açısının ardında onaylanmayı isteyen ufak bir çocuk yattığını fark edecektir.


Buradaki esas sorun, aslında sahipleri tarafından bu alçak gönüllü cümlelerin tam tersine inanılmasıdır. Sözcüklerin yanıltıcılığı bizi burada tuzağa düşürür. Şöyle ki bu kişi eğer daha cesur ve daha bilinçli biri, özüyle sözü bir olan sahici biri olsaydı onu "Ben, yaşım gereği senden çok tecrübem olduğuna, senden daha akıllı ve bilgili olduğuma, sana istesen de istemesen de akıl verebileceğime, senin bana akıl vermeninse hadsizlik olduğuna inanıyorum" mealinde sözler sarf eden, davranışlar sergileyen huysuz bir ihtiyar olarak görüp ona göre bir tutum içine girebilirdik ama sözcüklerin kendisine verdiği sinsiliğe dayanarak "Genç-yaşlı herkese saygım var" söylemiyle kafamızı karıştırırken bir yandan "Size diğer yaşlılar gibi (yani hak ettiğiniz gibi) davranmadığım için bana minnet etmelisiniz" hissini hep belli belirsiz verdiğinden, üzerimizde uygulamaya çalıştığı kontrole karşı savunmasız kalıyoruz.


Bu noktada Nihan Kaya'nın itaat/saygı ayrımına değinmek isterim. Nihan Kaya, bize kuşaklarca saygı adı altında itaatin öğretildiğini, karşılıklı olamayan bir şeyin saygı olamayacağını; ancak itaat olabileceğini söylüyor. Yıllar önce "Tanrı'nın Doğum Günü" kitabının yazarı Burak Özdemir de Facebook'ta paylaştığı bir yazısında benzer bir şeye değinmişti. Özetle, hiyerarşik bir yapı içinde değil; gerçek bir ilişki içinde olmak istiyorsak -küçüklükten beri böyle hitap ettiğimiz kişiler haricindeki- insanlara abi/abla demeyip sadece isimleriyle hitap etmemiz gerektiğini, kişiyle mutlaka mesafeli olunması gerekiyorsa da ismin sonuna "Hanım", "Bey" gibi ünvanların konabileceğini söylüyordu. Gerçekten de, bir "büyüğünüze" önce "abi/abla" şeklinde hitap ettiğinizi hayal edin, sonra da sadece ismiyle... His olarak aradaki fark muazzam.


Toplumumuzdaki bu rütbecilik anlayışı, kazanılmamış saygıyı kazanılmış saygıyla aynı kefeye koyarak büyük bir haksızlığı dayattığı gibi kuşak farkı denen şeyi de yaratıyor ve kuşaklar arasında gerçek bir sevgi bağı kurulmasına engel oluşturuyor. Saygı duymadığınız birini gerçekten ve hak ettiği gibi sevemezsiniz. Evcil hayvanlarımızla ilişkimizde "bile"* bu böyledir. Onun kendine özgü varlığına saygı duymazsam onun gerçek ihtiyaçlarına duyarlı olamam, benimle kurduğu iletişime kapalı olurum ve sadece zihnimde onun ihtiyacı olarak belirlediğim şeyleri yaparım. Bakarım ama göremem, dinlerim ama duyamam, dokunsam da hissedemem, sevemem.


*Buradaki "bile" sözcüğünün yanlış olduğunu yazar yazmaz fark etsem de değiştirmek istemedim çünkü hem toplumsal yerleşik inançların ne kadar içimize işlemiş olduğunu, son derece karşı olduğumuz şeylerden (bu durumda, bir başka varlığı kendinden aşağı kabul etmek) dahi özgürleşmemizin kolay olmadığını göstermesi hem de evcil hayvanları -tıpkı çocukları olduğu gibi- oyuncak bebekler gibi görme, konuşamıyorlar veya bize muhtaçlar diye onlara istediğimiz gibi davranma hakkımız olduğuna inanma meyli gösterdiğimizi vurgulaması açısından kalmalıydı.


----


2019 yılından bir yazımı okudunuz.

Recent Posts

See All

Comments


Post: Blog2_Post
bottom of page